Kapıdan içeri girdim.
Hayatımda bu kadar çok kitabı bir arada asla görmemiştim. Sıra sıra dizilmiş, birbirinden renkli, düzgündü. Öyle güzeldi ki hatta boy sırasındaydılar aynı okulda sıra olduğumuz gibi kısalar en önde uzunlar en arkada.
Girdiğim yerin kokusu çok yoğundu, dışarıdan esen bahar meltemiyle birlikte sanki küçük burnumu koca bir ansiklopedinin içe sokup kapağını iki yana kapatmıştım. Eski ve yeni kağıt kokuyordu. Sağıma baktım sonu olmayan uzun bir oda içinde düzenli bir şekilde dizilmiş masalar ve sandalyeler vardı. Soluma baktım bir oda, bir adım öne attım kafamı uzattım o da sağ taraf gibi sonsuz büyüklükte bir oda ve yine aynı nizamda sandalyeler. Pencereden bana bakan asma yaprakları, zakkum çiçekleri ve bilmediğim yapraklı çiçekler vardı.
Sessizlik… İçeride belki 20 kişi vardı ama kulağımda bir tıkırtı bile yoktu. Çok şaşkındım, neden bu kadar sessizdi ortam, neden kıpırtı yoktu?
Sonra bir iki adım daha attım ve bir masada oturan gözlüklü, şık bir takım elbise giyen ve öğretmene benzeyen beyefendiye merhaba dedim sessizce. O kadar korkuyordum ki sessizlik bozulur diye sanki büyüyü bozacakmışım gibi gelmişti bana.
- Merhaba küçük hanım. Hoş geldin. Buraya neyi merak ederek geldin söyle bakalım.
dedi. Yüzünde bir gözlük vardı ve kafasının üst tarafında saçlar yoktu. İlginç ama bir o kadar da samimiydi ki sanki dondurma ya da bisküvi istesem hemen çekmecesinden çıkartacaktı. Peki ben neyi merak etmiştim?
- Merhaba. Ben burası neden bu kadar sessiz acaba öğrenmek istiyorum.
- Küçük hanım, senin yaşın kaç?
- 8 yaşındayım.
O kadar korkak bir sesle söyledim ki senin yaşın tutmaz çık bakalım diyecek sandım ama beni o kadar hoş karşıladı ki asla unutamam. Bana kitapların özelliklerine göre raflandığını, üzerindeki etiketlerin kitapların adet numarası olduğunu incelikle anlattı. Okuldan sonra ya da açık oldukları zaman gelebileceğimi hatta beğendiğim bir kitap varsa kartı doldurup, okuduktan sonra geri getirebileceğimi iletti. Bunları söylerken de uzun boylu olmasına rağmen diz çöküp boyuma inmişti. Asla unutamam ilk İskenderun çocuk kütüphanesi deneyimimi. Alice Harikalar Diyarında gibiydim.
- Burası Çocuk kütüphanesi, burada çocuklar kitap okur, ders yapar. Bunu yaparkende merak ettikleri kitap onları kendi dünyalarına götürür, hayal dünyasına ve insan gerçek dünyada sessizleşir.
Bu cümleler o kadar güzeldi ki büyülenmiştim. Gözlerim yuvalarından çıkacak gibi gelmişti. Çok heyecanlanmış ve bende sessiz olup bir kitabın beni hayal dünyasına götürmesini hemen istemiştim. Kaptım raftan bir kitap, başladım okumaya ve kitaptan da kütüphaneye gitmekten de hep zevk aldım.
Deprem sonrası İskenderun’a geldiğimde koşarak Mithat Paşa İlkokuluma oradan hemen yanındaki büyük ve çocuk kütüphanesine uğradım. Hatta bir kaç sefer oğlumla uğradım. Mithat Paşa’nın eski binası ağır hasarlıydı. Fakat kütüphaneler turp gibiydi. İçlerini dolaşamasam da bahçesinde oturdum. Güneşin asma yapraklarından süzülüşüne baktım aynıydı, ne yazık ki atıl kalmışlıktan kötü koksa da kokuların arasında eskimiş kitap kokuları da vardı.
Kalbim yerde yan yatmış bir tabure ve üzerinde numarasını görünce çok acıdı. Anılarımdı. O numaralar, o nizam, o güzel hayal dünyası ve tatlı müdürü beynimde kocaman bir kitap dünyası açmıştı.
Peki şimdi?
Avrupa’da tatile ya da geziye gittiğimizde neye hayran kalırız? Tarihi dokuların hala eskisi gibi iyi bakılıp, korunduğuna değil mi? Elin insanı yapmış, tarihini incitmemiş korumuş deriz değil mi?
Fakat biz ne yapıyoruz? Tarihi parmak izi olan, sapasağlam binaları (devlet ya da bağımsız kurum bir ağır hasarlı raporu yok), o güzelim bahçeyi yıkan ve bu emri veren kişi ve kişilere kocaman bir BRAVO demek istiyorum. İskenderun’un tarihi dokusunu yok etmeye and mı içtiniz? Daha yeni, daha sağlam bina derken eskiyi yakıp, yıkmak mı isteğiniz? İnsanların hafızasında kalan anıları yeni nesillere aktarması gerekiyor. Ben çocuğumu neden kendi kütüphaneme götüremiyorum? O güzelim binalar korunarak yine çocuklarla ilgili bir merkez, oyun evi, tiyatro ya da çocuk bilim kulübü olamaz mıydı? Olurdu!
Mithat Paşa Okulu’nun yere ihtiyacı varmış ya da 1868’te yapılan tarihi binanın tescili mi yokmuş vs ben vatandaş olarak anlamam ve anlamak zorunda da değilim. Fakat seçilen liderler depremin yıkıntılarını toparlarken geçmişten kalan ve hasarı olmayan binaları anı olarak bizlere bırakmalı.
O yüzden bu binaları yıkım kararı verenlere benden kocaman bir BRAVO!
Umarım sayenizde daha büyük tarihi kayıplar yaşamayız.
Herkese güzel bir hafta dilerim.
Gülşah Erdener Akın